” Zavallı Kemal Bey”
Deniz Baykal’ın özel hayatına ait bir kasetin rezilce bir komployla medyaya sızmasından sonra birden “yenilik ve değişim” çılgınca arzulayan bir CHP ile karşılaştık.
Bu
baskıcı sistemin ve Ergenekon’un en sağlam savunucusu olan partideki bu
“değişim” isteği gerçekten şaşırtıcı ve umut vericiydi.
Ama “nasıl değişecekler” sorusu da akla takılıyordu.
Cumhuriyet
tarihinin en ciddi “rejim tartışmasının” yaşandığı, muhafazakârların,
Kürtlerin, solcuların, Alevilerin devletten haklarını istedikleri bu
dönemde, “Kemalist sistemin” partisi, nasıl bir parti olmak istiyordu?
Mütevazı,
sakin, çelebi görüntüsüyle bir anda bütün ülkenin ilgi odağı olan Kemal
Kılıçdaroğlu, Doğan Medyası’nı sevinçten hoplatan “rüzgârıyla” CHP’yi
nereye götürecekti?
Özü, varlığı, temeli bu “sisteme” bağlı olan
CHP’nin, “artık bu sistemi değiştirelim, daha demokratik bir ülkede,
herkesin eşit olduğu bir düzende, özgürce yaşayalım” demesi, sistemi
değiştirecek adımları desteklemesi, dahası o adımlara öncülük etmesi
Türkiye’yi uçurup götürür, kısa zamanda büyük yol alınmasını sağlardı.
CHP’nin böyle bir parti olması çok zor da olsa, “umut etmek” her zaman iyiydi.
Üstünde kuşku bulutları uçuşan bir umutla bekledi herkes.
Sonra Kılıçdaroğlu konuşmaya başladı.
Televizyon konuşmalarında ilk işaretleri verdi.
Kurultay konuşmasında da partisinin ve kendisinin ana hedefini ortaya koydu.
Söylediği basitti.
Doğrudan yoksullara hitap ediyordu:
“Size biraz ekmek, biraz para verelim, siz bu sistemi değiştirmekten vazgeçin.”
Baykal’ın
CHP’si, “yoksulun ekmeğiyle, parasıyla” ilgilenmeden, yoksula bir şey
vaat etmeden, ordunun ve yargının gücüyle sistemi savunmaya çalışıyordu.
Kılıçdaroğlu, özgürlüğü verilmeyecek kitlelere, “esaret karşılığı” biraz ekmek sunma yüce gönüllülüğü gösteriyordu.
Kürtlere
“iş bulunacak, Et ve Balık kombinaları” açılacak, Kürtler de buna
karşılık “etnik kimliklerinden” vazgeçecekler, “ben Kürdüm, Kürt olmak
istiyorum, eşit olmak istiyorum,” demeyeceklerdi.
Varoşlarda
oturan “muhafazakârlar”, kendilerine bulunacak iş karşılığında
kızlarının “başörtüsünü” sorun etmekten vazgeçeceklerdi.
Anayasa değişimine aynı Baykal gibi karşı çıkılacaktı.
Kemalist sistemle halk arasındaki büyük kavga, “Recep Bey” itişmesine indirgenecekti.
Ergenekon savunulacak, HSYK savunulacak, ordu ve yargı vesayeti savunulacaktı.
Kemal
Bey, halka “dağıtacağı” işle parayı nereden bulacak tam bilemiyorum,
ciddi bir kaynak açıklamıyor ama bu halk “biraz ekmek” rüşvetiyle bu
sistem kavgasından caymaz.
Konuşmasında “Kürt” kelimesini bile
kullanamayan Dersimli Kemal Bey, ülkenin nasıl bir mücadelenin içinde
olduğunu sanırım pek fark etmiyor.
Türkiye, “ekonomik sistemini” seçme kavgasını Turgut Özal zamanında verdi ve “serbest piyasa ekonomisini” seçti.
O tercihi yaptığından bu yana milli gelirini de, ihracatını da arttırdı.
Bugün,
“gelirini” daha da arttırmak için ekonomi tartışmasına girecekse,
öncelikle “savunma giderlerini” gündeme getirerek girecek.
Ordu
harcamalarını, silaha dökülen paraları tartışmadan, “ekonomiyi”
tartışmak pek büyük bir anlam taşımaz artık, paralarımızın çoğu oraya
gidiyor çünkü.
İşsizlik sorununu çözmek için de yatırımları
“verimsiz alanlardan” verimli alanlara çekecek büyük sektörel
değişimlerin projelerini hazırlamak gerekiyor.
Ekonomik sorunlar, “biraz para, biraz ekmek” çizgisinin çok ötesinde.
Ve,
rejim mücadelesinin tam göbeğinde, köklü ekonomik projeler ortaya
koymadan yapılacak “ekmek” konuşmaları, insanların dikkatini “tartışma
konusundan” saptıramaz.
CHP, Kılıçdaroğlu’dan bir imkânsızı istiyor.
“Halkı kandır da şu sistem tartışmasından vazgeçsin, bugünkü sistemi devam ettirmemiz için bize oy versin.”
Zavallı Kemal Bey, nasıl çaresiz olduğunu yakında görecek.
Bilmiyorum, belki de şimdiden görüyor.
Onun
en çekici yanı olan “politikacıya benzemeyen politikacı” duruşundan,
ucuz bir polemikçiliğe kayan “politikacı kimliğine” dönmesi belki de
bunu görmesinden.
Dürüstlüğü, “havuzlu evde oturmamak” düzeyine
indirmesi ise iyice acıklı; dürüstlük iyidir ama dürüstlüğün ölçüsünü
de “havuza” kadar düşürmemek gerekir.
Keşke Kemal Bey havuzlu
villada otursa da bu ülkenin ezilen, kimlikleri, inançları inkâr edilen
insanlarına sahip çıksa, daha dürüstçe bir davranış olur.
CHP’nin
asıl sahibi gibi gözüken Önder Sav ve ekibi, eski düzenlerini sürdürmek
için Kılıçdaroğlu’yu bir maske gibi kullanma eğiliminde anlaşılan.
Kılıçdaroğlu,
2010 Türkiyesi’nde rejimle hesaplaşmadan, darbecilerle dövüşmeden, tam
aksine rejime ve Ergenekon’a sahip çıkarak lider olamaz.
Olsa olsa rejim muhafızlarının yüzünde bir maske olur.
AHMET ALTAN – TARAF