Haber 16

Cerrahi Tarikatı’na bağlı sanatçılar kimler?

Türk Müziği’ndeki başarılarının yanı sıra Tasavvuf Müziği çalışmalarıyla yeni bir akımın öncüsü olmayı başaran Ahmet Özhan’la keyifli bir pazar sohbeti…

Cerrahi Tarikatı’na bağlı sanatçılar kimler?

Ahmet Özhan Türk Müziği’ndeki başarılarının yanı sıra Tasavvuf Müziği çalışmalarıyla yeni bir akımın öncüsü olmayı başarmış dev bir sanatçı. Ahmet Özhan ile müziği, üyesi olduğu Cerrahi Tarikatı’nı ve hayatı konuştuk.


-Ahmet Özhan’ın repertuarında kaç şarkı var?


Saymadım ama Türk müziği repertuarında ne kadar şarkı varsa en azından 4’te 3’ünü bilirim. Binlerce denebilir. Çocukluğumdan beri radyo, plak, sahne takip eden bir insanım. Özellikle radyo çok önemliydi; solo şarkılar, klasik koro, küçük koro, fasıllar, beraber solo şarkılar. Şarkı söyleyerek uyurdum, şarkı söyleyerek uyanırdım. Benim için şarkı söylemek bir aşktı, sevgiliyle bir beraberlikti.
 
-Sizin hayatınıza yön veren bir şarkı var mı?


Benimle çok özdeşmiş şarkılar var, beni insanlar onlarla algılıyorlar. Mesela son dönemlerde “Gülü Susuz Seni Aşksız Bırakmam” benimle bilinen duyulan bir şarkı.


-Merak ediyorum, kaç yaşında Hac’ca gittiniz?


Hac’ca gittiğimde 29 yaşındaydım. 1980 yılının Ekim başıydı. Umre’ye ise defalarca kez gittim. En aşağı 7-8 kez gittim. Özellikle 1980-1990’larda her sene çok yoğun olarak bir 15 günümüzü ayırdık oraya.


-Sizin gençliğinizde, plaklar, filmler, sahne hayatı derken Türkiye’de Ahmet Özhan fırtınası esiyordu. O yaşta Hac görevini yerine getirmenin size manevi bir yükü oldu mu?


Yok, sizin dini algılayışınızla alakalı bir şey o. Eğer dini çok radikal olarak algılıyorsanız içkili ortamlarda hiçbir şekilde olmayı arzu etmezsiniz. Ancak, bulunduğunuz sosyal ortamla entegre olmanın da kendinizdeki artı değerlerin çevrenizdeki insanlar arasında paylaştırılması sağlamak adına bir görevci olarak hassasiyetiniz varsa her ortama girip çıkarsınız. Siz o ortamdan etkilenmezsiniz, o ortam sizden etkilenir.


-Hac’ca gidip geldikten sonra gazino hayatına devam ettiniz; sizi eleştiren hatta size laf atan filan oluyor muydu?


Arkadaşlarla şakalaşmalar oluyordu. Bizim milletimiz ve sanatçı arkadaşlarımız arasında hiçbir detone ses duymadım. Onların hepsi,  “Ahhh keşke bizde yapabilsek” diye paylaştılar. Çok güzel anlarımız vardı. Öyle arkadaşlarım vardı ki beraber kalırdık yurt dışı seyahatlerinde odaya benden önce girerler, kıbleye tespit ederler, onun arkasındaki yatağı kendisine ayırır, kıble tarafındaki yatağı bana ayırır ki ben rahat namazımı rahat kılayım. Artı gazinoda şöyle şeyler yaşadım, sahnede okurken yaklaşırsınız masalarla ilgilenirsiniz. Ben masaya yaklaşınca masadakiler rakı kadehlerini saksının arkasına saklarlardı. Bu bir nezakettir, belki onun bu duyarlılığı benim hacılığımdan daha değerlidir, bunu bilemezsiniz. Ben halkımı çok severim. Onlara hizmet etmek adına da hayatımın her karesini zevkle yaşıyorum.


-Bir sohbetinizde, “Nefsinin esiri olmuş, insanların hayallerini süsleyen şeyleri elimin tersiyle ittim” diyorsunuz, nedir bunlar?


İtmeye gayret etmişimdir. 29 yaşında hacı olmanın zorlaştırıcı yanları vardır. Nedir? Hayatın tatlı taraflarıdır. Yemektir, içmektir, gezmektir, flörttür, şudur, budur. 29 yaşında şöhrettiniz; ayıptır söylemesi yüzüne bakılan bir adamsınız. Etrafınızda bir sürü cazip obje dolaşırken siz belli bir disiplin içersinde belli bir etik kavram yoğunluğunu yaşama biçimi haline getirmişsiniz, bir takım şeylere metelik vermiyorsunuz . Bunu bir beceri, başarı olarak vermeyelim. Size sevdirilen, size kolay gelir. Bana da o hayat biçimi o duygular sevdirilmiş, o hayat biçimi bana kolay geliyor. Bu bir beceri asla değildir.


-Siz de baskıcı dönemin, çok olumsuz yönlerini yaşadınız mı?


Vallahi baskılı dönemlerde yaşadım ama ben o kadar samimi ve safça yaşadım ki hangi tehlikenin içinde olduğumun farkına varmadan. İşte 1980’li yıllarda ki baskı dönemleridir, bir takım vesait dönemleridir. Ben o zaman hacı olarak, derviş olarak yazıldım çizildim, koşuşturdum. Saf bir çocuk olarak geçirdim o günleri. Bu gün daha bir demokrat bir yurt sathında yaşama şansına sahibiyiz.


-Allah yolunda olduğunuz için hiç yasaklandınız mı?


Etrafımda bir markaj olmuş olabilir, bilemiyorum ama tespit etmiş değilim. Ama ben bir hayatı yaşadım 80’lerden bu yana, 30 küsur yıl. Tasavvuf Müziği’nin adı, benim vitrinimle gündeme geldi. Kurumlar kuruldu, falan, filan. Bir takım emniyet şubelerinde kalın, kalın dosyalarım vardı. insanlar onu toplamışlardır, bakmışlardır, “Bu adamın kültürünün haricinde bir derdi yok” denilmiştir. Emniyet o dönemlerde beni çağırdı. Ben de gittim. Polislerle görüştüm. Onlar sordular, ben de samimi olarak, “Doğrusu da var, yanlışı da” diyerek cevap verdim. Zaten kaçak bir iş yaparsanız tadını çıkaramazsınız. Benim hiç kaçak, köçeğim olmadı. Her şeyim ortadaydı, zaten polisler bu, “Bu saf, samimi bir çocuk” diye dikkate almadılar.



Mazhar Alanson da Cerrahi tarikatına geliyor ..


-Sizden başka ünlü isimler de Cerrahi tarikatına bağlılar. Örneğin, Cem Yılmaz, Mazhar Alanson ve Ali Taran’la o toplantılarda görüşüyor musunuz?


Çok nadir görüyorum. Ben daha sık gitmeye çalışıyorum, musiki meşki açısından bir görevim var vakıfta. Orada meşklerde bulunma bir nevi hocalık gibi pozisyonum var. Cem’i doğru dürüst hatırlamıyorum, Mazhar’ı çok nadirde olsa ara sıra görürüm. Böyle bir yeri kim paylaşmak istemez ki?


-Yeriniz neredeydi?


Karagümrük’te…


-Tarikatlara bakış açınız nedir?


Tarikatlar bir ülkenin sosyo kültürel yönetim biçimi içersinde belli hassasiyetleri sosyal olarak da algılar. Tarikat aslında birebir ilişkidir. Çoklukla ifade edilecek bir şey değildir. Mesela orada sizin ders aldığınız bir kemal kişi vardır. Hadise sizinle onun arasındadır, bu toplumsal bir mesele değildir. Birebir içsel yolculuk eğitimidir.


-Türkiye’nin bu mekteplere ihtiyacı var mı?


İnsanın var. Bunu gözleyen bunu arayan dünyanın her yerinde bir çok davranış biçimi vardır. Meksika’ya gidin, ister Hindistan’a gidin, nereye gidersiniz gidin insanların bir içsel yolculuk peşinde olduğunu görürsünüz. Bu bir insanın yaradılışında var olan bir ihtiyaçtır. Onun için herkesin iç dizaynını oluşturabilmek ve o doğrultuda hayatı yaşayabilmek, o algı içersinde olabilmek adına herkese lazım olan içsel bir yolculuktur.


KİMSE KILIMA BİLE DOKUNMADI


-Sizin fişlenmenizi isteyenlerin kim olduklarını biliyor musunuz?


Ben onlara o konjektür içersinde hak veriyorum. Görevini yapan insanlardır. ‘Tekkeler yasak, Ahmet derviş oldu’ diye bir yazı. “Derviş tekkede olur, tekke yasak bu dervişlik nedir, gel bakalım kardeşim sen” dese bir şey icap etmez. “Bu bir algıdır kültürdür”, dedim ben de. Ama kimse kılıma bile dokunmadı. Ne emniyetten, ne kimseden beni tedirgin etmediler. Ben samimiydim, temizdim ve saftım. Arkasında bir politik, ekonomik hiçbir bağlantımın olmadığı o kadar netti ki böyle bir insana kimse bir şey yapmaz. Nitekim yapılmadı da


-Bir sohbetinizde, “Muhteşem eserler üretenler var, ancak insan olarak çok eksikler” derken neyi kastettiniz?


“Bunu ben kendim yaptım, ben okudum, ben besteledim, ben buranın mimari projesini çizdim” derseniz çok da güzel bir iş yapmış olsanız da ‘ben’den dolayı o maksatı ortaya koymaz. Halbuki, “Bir bestekar var, bir mimar başı var. Biz ona vekaleten, onun bizde tecelli eden esmasının gücüyle bir takım şeyleri yapıyoruz” dediğimiz zaman onun dili, onun sesi dediğimizde global manada anlamlı olur. ‘Ben’ dediğimiz zaman o şirk olur.


-Peki, sanatçılardaki ‘Ben’lik duygusunu nasıl değerlendiriyorsunuz?


Ben onlara kıyamıyorum ya. Onlar benim cici arkadaşlarım. Hiçbirine kıyamam. Hepsi benim canımın parçasıdır. Adnan Şenses hasta, Nilüferciğim de öyle, hepsine Allah şifa versin. Onlar kıymetli insanlardır. Aslında onu kastetmiyorlar. Benim arkadaşlarımla peynir ekmek yeseniz göreceksiniz onların ‘yok’ içinde olduklarını. Ama piyasada rekabet vardır, bu işin bir raconu vardır, o zaman laf olsun diye konuşurlar ama içlerinden başka güzellikler geçer. O arenada öyle konuşurlar, birbirlerine dikkat çekerler, o konuşmalar onlara ekstra iş olarak geri döner.


BENİM TEK DAVAM SEVDAM


-Mal, mülk, para, pul bizim maneviyatımızı kavramamızı ne kadar engelliyor dersiniz?


Eğer malı, mülkü, şanı, şöhreti, sağlığı, şunu, bunu olan şeyleri kendi nefsiniz, kendi bilimsel varcehabınızla değerlendiriyorsanız onlar geçicidir, bir gün eliniz boş kalır. Ve bunun sonu perişanlıktır.


-Sizin böyle bir derdiniz oldu mu?


Hayır, benim mal, mülk peşinde olmak gibi bir derdim olmadı. Benim tek davam sevda. Sevda peşinde bir adamım.


-Kanser hastalığı çok yayıldı. Hem sanat camiasında hem de çevremizde kansere yakalanan bir çok insanın olduğunu görüyoruz, sizce bunun nedeni nedir?


Bugünkü sosyal donanımlarımız, yaşam biçimlerimiz, psikolojilerimiz bizi deforme ediyor. Birebir içsel arınışı hayatımıza taşımamız lazım. Ayet-i Kerime’de, “Onlar ki Allah dostlarıdır, onlar da hayıflanmak ve mahsun olmak yoktur.”der. Ne yapacağız, Allah’la dost olmanın çarelerine bakacağız. Allah’la dost olunca hastalansan da “Veren O’dur” dersin. Maalesef düne kadar, ‘Allah’ demenin asosyal toplum dışına itilen insan olmakla eşdeğer, baskıcı jakoben bir dönem yaşandı.


 

BU KONUYU SOSYAL MEDYA HESAPLARINDA PAYLAŞ
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ