Bahçeli:’Yoksulluğu biz çözeriz’
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, Partisinin TBMM Grup Toplantısı’nda Hükümete ve Erdoğan’a yüklendi. İktidara geleceğiz mesajını verene Bahçeli, “yoksulluğu ve işsizliği çözmeye hazırız” diye de ekledi.
Geçtiğimiz hafta bölücü terörün acı ve vahşi yüzü bir kez daha kendisini göstermiş ve meydana gelen menfur hadise milletimizi derinden yaralamıştır. Bu kapsamda, Tunceli’nin Ovacık ilçesinde vuku bulan hain saldırıda iki Mehmetçiğimiz şehit olmuştur. Hayatlarının baharında, vatan uğruna şahadet mertebesine ulaşan; Uzman Çavuş Yasin Mergen ve Er İbrahim İşçan memleketlerinde dualarla son yolculuklarına uğurlanmışlardır. Bu vesileyle aziz şehitlerimize Cenab-ı Allah’tan rahmet; kederli ailelerine, yakınlarına, silah arkadaşlarına ve milletimize başsağlığı dilerim.
Türk milleti, AKP iktidarıyla birlikte; tarihi kökleri çok gerilere giden ve adım adım ilerletilen hıyanet projeleri karşısında çaresiz, ezik ve savunma hatları çökmüş bir duruma sokulmuştur. Maalesef, son sekiz yıldır devlet ve millet hayatında tam bir kargaşa ve kuşatmışlık hali yaşanmış ve aşınmadık hiçbir milli ve manevi değerimiz kalmamıştır.
Bu süre zarfında; Önümüzdeki hafta 87. yıldönümünü kutlayacağımız Cumhuriyet’in temel kabulleri ve direnç noktaları acımasızca linç edilmiş, bu coğrafya üzerinde, aynı tarihle yoğrulmuş, ortak anılara sahip olmuş; sevinçleri, kederleri, kıvançları müşterek Türk milletini oluşturan fertler arasına nifak tohumları ekilmiş, asırların şahitliğinde; milletimizin göz nuruyla, şehit kanıyla ve karşılaştığı binbir meşakkati aşarak olgunlaştırdığı milli kimliği bütünüyle sarsılmış, demokrasi diyerek geleceğimiz, insan hakları ve özgürlük sözleriyle bütünlüğümüz imha edilmeye çalışılmış ve açılım denilen yıkım projesiyle milletimiz bölünme ve dağılmanın eşiğine kadar getirilmiştir.
Bu ortamdan cüret ve cesaret kazanan bölücü niyetler, içinden geçtiğimiz süreçte rahata ermiş ve bin yıllık Türk milletini etnik kaosun dipsiz kuyusuna çekmek için AKP hükümetiyle birlikte dayanışma içine girmişlerdir. Şu hale bakın ki, İmralı’da ömür boyu hapis cezasıyla yatan bebek katili, hükümetin adeta siyasi muhatabı haline gelmiş ve avukatları aracılığıyla düşünce ve isteklerini dayatır bir konuma yükselmiştir. PKK terör örgütünün, sözde eylemsizlik kararı üzerinde yürütülen pazarlıklar şimdi kızışmaya başlamış ve 31 Ekim 2010 tarihiyle ilgili rencide edici mesajlar kamuoyuna ulaştırılmıştır.
Hükümetle yapılan müzakerelerin beklediği gibi gitmezse, 31 Ekim’den sonra süreçte olmayacağını söyleyen İmralı canisi, orta yoğunluklu bir savaşın kapıda durduğunu söyleyerek yattığı yerden milletimizi tehdit etmeyi ihmal etmemiştir. Sicilinde dayatma ve tavizlere boyun eğmeyle ilgili sayısız örnek bulunan AKP zihniyetinin, bundan sonra nasıl bir yol ve yöntem izleyeceği bizim açımızdan önem kazanmıştır.
Ne var ki, küresel güçlerin talimatıyla hareket eden ve politikalarını buna göre tayin eden AKP hükümetinin, terör örgütünün kan damlayan elini kolay kolay bırakmayacağı ve birlikte oturdukları anlaşma masalarından kalkmayacağı bu zamana kadarki tecrübelerimizle sabittir. Nitekim Başbakan Erdoğan’ın; yıkım projesinin kılıfı olarak kullandığı ‘milli birlik ve kardeşlik’ uydurmasının, kararlılıkla devam edeceğine yönelik sözleri başka türlü düşünmemize fırsat vermemektedir. Hükümet cenahından gelen, açılımdan taviz verilmeyeceğinin ısrarlı beyanları; bir bakıma terör örgütüne kırpılan göz ve kan üzerinden planlanan sinsi mutabakatın ifşası olarak da değerlendirilmelidir.
Süreç ne yazık ki, PKK’nın ve İmralı canisinin siyasi anlamda güçlenmesine ve yığınak yapmasına yol açmaktadır. Öyle ki, Irak’ın kuzeyindeki peşmerge yönetimi bile, sanki meşru bir aktörmüş gibi PKK ile Türkiye arasındaki anlaşmazlığın çözümüne şartlı bir şekilde destek olacağını ifade etmiştir.
Elbette bu alçalmaya muhatap olmak hükümet adına normaldir ve benzer sözleri bundan sonra daha sık duymak mümkün olacaktır. Çünkü Erbil’e sürekli gönderilen heyetler, ilişkilerin normalleştirilmesi adına verilen sözler, diplomatik girişimler peşmergeyi şımartmış ve haddini aşmasına yol açmıştır. Ne var ki, AKP hükümetinin, verdiği bütün tavizlere ve boyun eğmelere rağmen, Kandil’deki bataklığın kurutulmaması ve hainlerin inlerinde, cinayetleri için hazırlık yapmaları tam bir kepazelik olarak hükümetin yakasına asılmıştır.
AKP iktidarı, yıkım konusunda ısrarlı oldukça, daha çok PKK’nın muhatap alınması için peşmerge abisinden nasihat alacak, sırtı sıvazlanacak ve ülkemizin haysiyetini iki paralık etmeye devam edecektir. Bu zillete sessiz kalan Başbakan Erdoğan’ın; Mavi Marmara’da hunharca saldırarak vatandaşlarımızı katleden İsrail’i, Amerika Birleşik Devletleri’nin kınamamasını, teröre verilen bir destek olarak yorumlaması çok inandırıcı değildir.
Elbette bu mesele bizim için de önemlidir ve İsrail’in özür dilemesi ve tazminat ödemesi bir an önce gerçekleşmelidir. Ancak, masumlar yalnızca Mavi Marmara gemisinde ölmemiştir. Irak’ın kuzeyinin hamiliğini kimin yaptığı bellidir. Kandil’e kimin operasyon yaptırmadığı, istihbarat paylaşımı yapılıyor diyerek süreci kimin oyaladığı ayan beyan ortadadır. Irak’tan çekilmek için düğmeye basan ABD’nin, AKP’yi hangi karanlık odalarda ikna ettiği ve her defasında nasıl elini boş çevirdiği hepimizin malumu olduğu gerçeklerdir.
Peki, Kandil’den sınırlarımız içine girerek ölüm saçan PKK terör örgütüne müsamaha gösterenlere, ortam hazırlayanlara, teşvik edenlere ve eylemlerini rahatça yapmasına rıza gösterenlere, ABD’nin yıllardan beri duyarsız kalması nasıl izah edilecektir? ABD’yi, İsrail’in küstahça saldırısı konusunda eleştiren Başbakan Erdoğan, Irak’ın kuzeyinden sızan terörist unsurlara göz yumulmasına neden aynı öfkeyle karşılık vermemektedir?
Eğer ABD’nin, İsrail’i kınamadığı için teröre destek verdiği iddia ediliyorsa; o zaman, vatan evlatlarını hunharca katleden canilere sınır ötesinde gerekli müdahale yapılmamasına da aynı tavırla tepki gösterilmesi ahlaki yükümlülük ve tutarlılık icabı olacaktır. Bir tarafta, Gazze’ye yardım götüren gemilere düzenlenen alçakça saldırıları tenkit eden ve ABD’yi İsrail’e destek çıktığı konusunda haklı olarak eleştiren Başbakan; öbür tarafta aynı tutumu, Irak’ın kuzeyindeki terör yuvalarının imha edilmesindeki kayıtsızlığa göstermiyorsa, bilinsin ki ikiyüzlü siyasetçi sıfatına sahip olmaktan asla kurtulamayacaktır.
Kaldı ki bu şartlar altında, ABD’nin suni teneffüsüyle soluk alıp veren, peşmerge kalıntısı da teröre destek vermekte ve bunu da hayâsızca sürdürmektedir. Başbakan Erdoğan İsrail meselesinde sahte diklenmeler, ucuz kabadayılıklar yaparken, Irak’ın kuzeyindeki fitnenin arkasındaki güçle model ortaklığı yapmaktan geri durmamaktadır. Zannedersiniz ki, 31 Mayıs 2010 tarihinden bu tarafa milletimizin selameti için 60 güvenlik görevlimiz boşu boşuna hayatını kaybetmiştir. Bu kahramanların hesabını kim verecektir?
Yerdeki şehit kanının bedelini kim, nasıl ödeyecektir? Başbakan Erdoğan’ın ağzından, Irak’ın kuzeyindeki terör imal merkezine ve arkasında duran güce karşı tek kelime çıkmış değildir. Müslüman coğrafyasında yüzbinlerce masum din kardeşimizin dökülen kanıyla ve işlenen vahşi cinayetlerle ilgili bir tavır, duruş ve kararlılık da gösterilmemiştir. Üstelik Büyük Ortadoğu Eşbaşkanı sıfatıyla, bunlara ortak dahi olunmuştur.
Kim bunları inkâr edebilir, kim görmezden gelebilir? Başbakan Erdoğan’ın bu kokuşmuş siyasetini artık aziz milletimiz tam anlamıyla farkına varmalıdır. Mehmetçik toprağa düşerken sessiz kalacaksın ve hatta canileri dağdaki gençler diyerek masumlaştıracaksın; sonra da dönüp ABD’ye, sırf İsrail’i kınamadığı gerekçesiyle teröre destek vermesi konusunda tepki göstereceksin. Bu traji komik bir durumdur ve iflas etmiş siyasi zihniyetin hezeyanlarından başka bir anlam ifade etmemektedir.
Peki, Sayın Başbakan; bir dağ doruğunda ya da bir vadide topraklarımızda kol gezen hainlerle mücadele eden vatan evlatları sahipsiz mi kalacak? Onların hak ve hukuklarını kim gözetecek? Onların kanını dökenlere sığınak sağlayanlar ve koruyanlar teröre destek vermiyorlar mı? Peşmerge reisini ülkemizde kırmızı halılar eşliğinde karşılayarak mı şehitlerimizin hesabını soracaksınız?
Böylesi bir küçülmeyi ve çifte standardı Türk milleti asla hak etmemektedir. AKP’nin, ülkemizi içine düşürdüğü girdap gittikçe genişlemekte ve milletimizin onurunu, şerefini ve kudretini ne yazık ki zayıflatmaktadır. Buna ne Başbakan’ın, ne de işbirlikçi yandaşlarının hakkı yoktur. Milliyetçi Hareket Partisi olarak böylesi bir tükenmişliği ve art niyetli siyasi zihniyeti mazur görmemiz asla mümkün değildir.
Geldiğimiz bugünkü aşamada; Adalet ve Kalkınma Partisi, artık tarafını, kimlerle birlikte yürüdüğünü ve güç birliği yaptığını açıkça gözler önüne sermiştir. Arkasında siyasi taşeronluğunu yaptığı stratejik ortağı, yanından hiç eksik etmediği siyasi bölücüler, Cumhuriyet düşmanları, federasyon sevdalıları, çok dilli ve çok kültürlü bir devlet arzulayan yandaş medya ve kalem sahipleri, Irak’ın kuzeyinde mukim abisi peşmerge reisi, yıllardan beridir destek veren Avrupalı dostları bulunmaktadır.
Zaman dediğimiz soyut mefhumun, her gün aleyhimize işlediği bir dönemden geçmekteyiz. Başbakan Erdoğan’ın gerçekleri çarpıtan yalan dolu sözleri, ülkemizin içinde çırpındığı endişe verici manzarayı gizlemeye yetmemektedir. Hamaset içerikli boş sözlerle milletimizi aldatmayı sürdüren Başbakan’ın, Türkiye’nin artan sorunlarından ne denli bihaber olduğu bugün daha da iyi anlaşılmaktadır.
Türk milletinin bir ve bütün yaşayabilmesi süreç ilerledikçe daha da zorlaşmakta ve asgari tahammül ve saygı üzülerek ifade etmeliyim ki zafiyet geçirmektedir. Özellikle ikinci dil konusunda ki dayatmaları hepiniz yaşayarak görüyorsunuz. Ve hatta Türkçenin, tarifi yapılan bir coğrafya parçasında, ikinci dil olarak kullanılacağına dönük küstahça ve aşağılık ifadelere şahit oluyorsunuz.
Unutmamalıyız ki, resmileşmiş ve kamuya mal olmuş ayrı diller etrafında toplanan alt etnik grupları, tek millet idealinde ve tarafında tutmak mümkün değildir. Dilini eğitimde, mahkemede, sağlıkta ve her alanda kullanan alt kimlik unsurlarının, millet olmasının ve sonucunda kaçınılmaz olan siyasi bağımsızlıklarının önüne nasıl geçileceğiyle ilgili bir değerlendirmesi olan hali hazırda var mıdır?
Allah muhafaza, iki milletin, üniter yapı içerisinde nasıl kardeşçe yaşayacağını ve bunun neticesinde hangi felaketlerin ortaya çıkacağını şimdiden hesap eden bulunmakta mıdır? Eğer yüzyılların imbiğinden süzülerek vücut bulmuş millet yapısında, kırılma, dağılma ve ayrılma baş gösterirse; bunun vebalini ve vicdan azabını bugünkü iktidar partisi acaba ne kadar hissedecektir?
Sosyolojik ufalanma riski şaka ya da bir vehmin ürünü değildir. Kamusal alanda, Türkçe dışındaki bir dilin kullanımı konusundaki ısrarlar, millet oluşturma yolunda atılan tehlikeli adımlardır. Demokratikleşme ve özgürlük adına bunu alkışlayan bedbahtlar ise, nasıl bir karanlığın ve bunalımın yaklaşmakta olduğunu göremeyecek kadar ahlaklarını ve seciyelerini kaybetmişlerdir.
Alt kimliklerin duygusal boyut kazanması, öncelikle Başbakan Erdoğan’ın ve hükümetinin kirli politikaları sonucunda gerçekleşmiştir. Ve süreç hızlanmıştır. Bölücü talepler ise şantajların gölgesinde yoğunlaşmaktadır.
Nitekim ‘Demokratik Türkiye, özerk Kürdistan’ beklentileri eşliğinde, milletimizi ve devletimizi parçalayacak öneriler, hükümetin hoşgörülü tutumundan dolayı gemi azıya almıştır. Bu noktaya gelinmesinde elbette Başbakan Erdoğan’ın affedilemez hataları ve pişkince söz ve tavırları etkili olmuştur. Suçlu tüm ayıbıyla bellidir ve ortadadır. Başka yerlerde sorumlu aramaya, mazeretler üretmeye ve gerekçeler bulmaya gerek yoktur. Her fırsatta milletimizi oluşturan unsurları isim isim sayıp, hepsine eşit mesafede durduğunu ispata çalışarak, kardeşliğin yüceleceğini sanma gafletine kapılan Başbakan Erdoğan, teröre verdiği umut ve sunduğu imkânlarla bölücülük ateşini körüklemiştir.
Farklılıkları kaşıyarak ortaklıkların belireceğini zannedecek kadar bilgi, bilinç ve seviye kaybına uğramıştır. Önce ayırıp, sonra birleştirmeye çalışan bu zihniyetin, milletimizin önüne mayınlarla döşeli bir yol inşa ettiğine dair şüphemiz artık kalmamıştır. Meselelere sıkıştığı dar ve kavmiyetçi alandan yaklaşan Başbakan Erdoğan, eğer hala yıkım projesinde ısrar ederse;
Uyandırdığı ve güçlendirdiği alt etnik kimliklerin kardeşliğimizi nasıl sakatlayacağını da er geç mutlaka görecektir. Başbakan Erdoğan’ın, siyasetini farklıklar ekseninde kurması ve milletimizi otuzaltıya bölmekten zevk almasının tabiidir ki sonuçları ağır olacaktır. Birlikte kardeşçe yaşamanın tek çaresi ve yolu sanki farklılıkları, müştereklerimizin önüne geçirmekle mümkün olacakmış gibi bir anlayış AKP’de hâkim yaklaşım haline gelmiştir. Ne var ki, Başbakan Erdoğan’ın bu konuda da çelişkili ve kuşkulu bir duruşu vardır ve sözleriyle delilli ve ispatlıdır.
Mesela, çok değil, yakın bir zamanda; “Bütün ayrılıkları, gayrılıkları, ihtilafları, farklılıkları bir tarafa bırakıyoruz.” diyen Başbakan Erdoğan’dır. “Gökkuşağı ne kadar güzelse, ne kadar muhteşemse, ne kadar etkileyiciyse, farklılık da o kadar güzeldir, o kadar muhteşemdir.” sözleri Başbakan’