Helal-Haram konusunda zıt fetvalar
İslâm bilimle çelişir mi?, Helal ve haram etvalardaki farklıllıklar neden kaynaklanıyor? Söylentilerle bir maddenin veya mamülün haram olduğuna inanmak doğru mu? Peygamber kadın dövdü mü?
Seher Kadıoğlu‘nun röportajı Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu Eski Uzmanı ve Hatay Emekli İl Müftüsü Mustafa Varlı, İslamiyette haram ve hellaller konusunda yıllar süren araştırma ve bilgi birikimini Ensar Yayınları’ndan çıkan, İslam’a Göre Haram Davranışlar adlı çalışmada topladı. Helâl ve haram davranışları mercek altına alıyor Mustafa Varlı ile sohbetimiz hayli uzun oldu. Ancak dolu dolu ve her cevabında farklı hikmetler bulunan bu röportajın sizleri sıkmayacağına inanıyoruz.. > “İslâm’a Göre Haram Davranışlar” adlı eseriniz karşımda duruyorken ilk aklıma gelen helâl ve haramı işleyen diğer çalışmalar, değişik söylemler. Sanırım helâl ve haram fetvalarındaki zıt yorumlar zaman zaman problem oluşturuyor. Alıntı yapılan kaynaklar mı bu farkı oluşturuyor? > Hayır. Farklı kaynaklar değil, farklı yorumlar ve kişisel eğilimler bu farkı oluşturuyor olabilir. Hemen her dönemde helâl ve haram konusunda benzeri çalışmalar yapılmıştır. Fakat her nedense, uzman bir gözle bakıldığı zaman dışarıdan görüldüğü gibi, şu elli senelik yakın geçmişe kadar, konuyu toparlayıcı ve tüm haram davranışları kapsayan müstakil bir eser yazılmamıştır. İslâm hukuku konusunda zaman zaman yazılan geniş eserlerin arasında “haramlar”, sadece bir bölüm olarak ve hatta çoğu kitapta dağınık bir biçimde yer almıştır. Son elli yılda da konu ile ilgili olarak ancak bir iki eserden söz edilebilir. Onlar da zamanın ve ihtiyaçların değişip gelişmesiyle yeniden gözden geçirilmelidir kanaatindeyim. Sizin de sözünü ettiğiniz ve hemen herkesin hayretle izlediği değişik söylemler ve özellikle helâl ya da haram konusundaki birbirine zıt yorumlar, kaynak farklılığından değil, daha çok kişisel görüş farklılıklarından kaynaklanmaktadır. Çünkü İslâm’da hükümlere dayanak kabul edilen kaynaklar, her dönemde aynıdır; Kur’an ve sünnettir. Bunlara dayanmayan kaynaklar kaynak değildir. Bu kaynaklar şimdiye kadar hiç değişmediğine ve hiçbir zaman değişmeyeceğine göre, hükümler de değişmez. Ancak buna rağmen değişik fetvalar verilebiliyor. O da fetvayı verenin ya bilgi eksikliğinden ya ana kaynaklardaki verileri yanlış kavramadan yahut hiçbir şekilde hoş karşılanamayacak kişilik zaafındandır. > Helâl ve haram kavramları, birbirine zıt iki kavramdır. Aynı inanca sahip olan kimseler birbirine zıt bu tip fetvaları nasıl verebiliyorlar? Bunların belirli bir kasıtları olabilir mi? Bu konuda her fikir yürüten için kesin bir şey söylemek mümkün değildir. Ancak bunların büyük bir kısmının düşüncelerinde samimi olduklarını, konu ile ilgili kaynak delilleri kavrama ve anlama zafiyetlerinden dolayı farklı bilgilendiklerini düşünüyorum. Aslında hiçbir Müslüman’ın ve hele hiçbir İslâm bilgininin, kasıtlı olarak inancına ters düşen bir münakaşaya bilerek girmeyeceğini umuyorum. Tabii bu konuda da diğer konularda olduğu gibi istisnalar olabilir. Ancak istisnalar, geneli etkilememelidir. > Peki sıkça gördüğümüz bu farklılığın sebebi bilgisizlikten, ya da kişilik zafiyetindendir denebilir mi? Peşin hükümler veya anî verilmiş kararlar , çoğu zaman insanları yanıltır. Dikkat edilirse görülür ki; son zamanlarda basın ve yayın organlarında İslâm konusunda tartışanların çoğu, başlıca iki ana kategoride incelenebilir. Biri; sorgulama ihtiyacı bile duymadan her konudaki yeni görüşlere bağlı ve bağımlı olanlar, diğeri de; eskiden bildikleri veya duydukları bilgiye gözü kapalı uyan sabit görüşlü olanlardır. Meselâ bir örnek vermek gerekirse; bunlardan birinci kategoriye girenler, genellikle modern hayatın göz kamaştıran şimşekleri karşısında zafiyet gösteren ve batı geleneklerini tartışmasız birer doğru olarak kabul edenlerdir. Bunlar, İslâm dininin batı prensiplerinden ve geleneklerinden bir kısmı ile uyuştuğunu fark ettikleri zaman sevinerek İslâm’ın üstün bir din olduğu konusunda görüşlerini beyan ederler. Fakat İslâm dini ile batı gelenekleri bir konuda uyuşmaz ise; sanki İslâm’ın yabancı prensiplere uyma zorunluluğu varmış gibi yeni fikirler üretmeye ve farklı yorumlar yapmaya çalışırlar. Meselâ güzel sanatlardan heykel ve resim, şans oyunları, faiz alıp verme, yabancı kadınla bir arada bulunma, erkeklerin kullandığı altın süs eşyaları ile ipekli giysiler gibi konularda onların toleranslı olmaları veya İslâm’ın bazı şartlara bağlı olarak helâl kabul ettiği fakat batı geleneklerinde yasak kabul edilen boşanma ve çok kadınla evlilik gibi konularda katı davranmaları bu türdendir. Oysa onlar da bilirler ki; İslâm dini, yüce Allah’ın hükümleridir ve bu hükümler, başka hüküm ve gelenekler karşısında daima üstündür. Tartışmalara konu olan diğer kategori ise; Her hangi bir kitapta İslâm konusunda gördüğü ya da birisinden duyduğu belirli bazı görüşlere sıkı sıkıya bağlanan ve bu bilgisini kesinlikle özeleştiriye tabi tutmadan, başka delillere bakma ve araştırma ihtiyacı duymadan, sonuçta kendi sabit kanaatinden kesinlikle şaşmayan sabit görüşlü kimselerdir. Meselâ müzik, şarkı, satranç, kadın eğitimi ve öğretimi gibi konularda görüşleri sorulacak olsa; onların söyleyecekleri ilk söz; “haram” sözcüğüdür. Bu iki kategoride yer alanların bazı davranışları haklı olarak eleştiriye tabi tutulabilir. Çünkü İslâm dini, ne birinci kategoridekilerin yaptığı gibi dış etkenlerin etkisinde kalmalıdır, ne de her türlü gelişmeye set çeken donuk fikirlerin dini olmalıdır. İslâm dini, koyduğu temel sistemin değişmemesi şartıyla her türlü yeni görüşlere açık bir dindir. Kanaatimce her konuda olduğu gibi helal ve haram konusunda da herkes, kendi görüşüne uymayan bir durum ya da bir fetva ile karşılaştığı zaman, hemen tepki vermemeli, öncelikle kendi bilgisinin doğruluk derecesini test etmelidir. İcma ve Kıyas Kaynaklarının Önemi > Helâl ve haramı belirlemede referansımız nedir? Sizin kitaplarınız daha çok güncel meselelerdeki açmazlarımıza yönelik çalışmalar. Doğru anlamış mıyım? Elbette. Hayalî meselelerden söz etmek yerine güncel meseleleri irdeleyip, problemlere çözümler sunmaktır ilk hedef. Ancak sorunun ilk şıkkına cevap vermek gerekirse; daha önce de belirttiğim gibi, helâl ve haramı belirlemede ilk referansımız Kuran ve sünnettir. Şunu kesin bir dille vurgulamak gerekir; İslâm’da “bana göre” lik yoktur. “İslâm’a göre, Kurana göre” lik vardır. Kurana ve ilk canlı kaynak Hz. Peygamber’e (s.a.s) uymayan hiçbir fetva geçerli değildir. Bugün, İslâm’ın temel kaynakları olan Kuran ve Sünnet, her zamankinden çok daha fazla bilinir ve anlaşılır hale gelmiştir. Ancak bazı güncel meselelerimiz vardır ki, İslâm’ın ilk dönemlerinde görülmediği için Kuran ve Sünnette, onlarla ilgili net ve açık çözümler bulmak mümkün değildir. İşte bu gibi durumlar için tüm İslâm âleminde kabul edilen İcmâ ve Kıyas kaynakları vardır. Temel kaynaklardan şaşmamak şartıyla İcmâ ve Kıyas kaynakları ışığında güncel meselelerimizi kolaylıkla çözmemiz mümkündür. Yeter ki doğru çözüm için samimiyet bulunsun ve bunun için gerekli dikkat ve titizlik gösterilsin. Çamurlu Bir Yolda Yürümek Zorunda Olmak… Faiz Üzerine İşleyen Sistem > Yaşayan ekonomimizde en çok bankacılık sektörü aksamadan işliyor. Faiz üzerine işleyen bir sistemde yaşıyoruz; Çoğu kişi kredi kartlarını zamanında ödeyemiyor ve faize bulaşmış oluyor. O halde haram denizinde mi yüzüyoruz? Müslüman’ın, dinî hükümler konusunda bilmesi gereken şeylerden biri ve belki en önemli olanı; İslâm dininin, hayatın her safhasında aşırılığa gitmeden ve ölçüyü kaçırmadan, Müslüman’ın orta yolu seçmesini ve özellikle özel yaşantısında israfa kaçmadan ekonomik davranmasını tavsiye ettiğini bilmesidir. Yani harama düşmekten korkan Müslüman, her zaman ayağını yorganına göre uzatmasını bilmeli ve her konuda israftan kaçınmalıdır. Nitekim yüce Allah, gerekli harcamaları yapmayı, fakat savurganlıktan kaçınmayı emir buyurmuş (A’râf Suresi; 31) ve gereksiz yere saçıp savuranları şeytanlarla kardeş ilan etmiştir.(İsrâ Suresi; 26-27) Müslüman’ın, kişi olarak elinde olmadan faiz üzerine işleyen bir sistemde yaşıyor olması, onun, inancına göre “haram” olan bir hayat tarzını gönül rızasıyla kabullenmesi anlamına gelmez. Çamurlu bir yolda yürümek zorunda olmak; çamura belenmek anlamı taşımadığı gibi, faizli bir sistemde yaşamak da olur olmaz işlemlerde faizi kabullenme ve gönül rızası ile faizli işlemlerin içine girme anlamını taşımaz. Bunun için kredi kartı, haramdan kaçınan Müslüman tarafından ya hiç kullanılmamalı, ya da kullanılıyorsa hesaplı kullanılmalıdır. Zamanında ödenemeyecek nakit bir borcu herhangi bir yerden almak nasıl uygun değilse, zamanında ödenemeyecek kadar kredili alış veriş yapmak da aynı şekilde uygun değildir. İşte böyle bir titizliği genel hayatta gösteren Müslüman, umulur ki istemeyerek ve bilmeyerek kendisine bulaşan çamurlardan da muaf olur. Faiz mi? Kâr Payı mı? “Şüpheli şeylerden sakınmak insanları haramdan korur” bahsini görünce ilk olarak aklıma kâr payı geliyor. “Kâr payı faizle aynı şey, kendinizi kandırmayın” diyen çevrelerden etkilenmiş biri olarak soruyorum: Ülkemizde İslâmî bankacılık tam anlamıyla işletilemiyorsa, ticaret yapmak İslâmî açıdan tehlikeli olmuyor mu? Kâr payı veren bankalara para yatıranlar aslında bir faiz işletmesine mi paralarını yatırıyorlar? Öncelikle belirteyim ki; kâr payı, faizle aynı değildir. Böyle bir yanlış hükümle kimse kimseyi etkileyip kandırmasın. Kâr payı bir ticarî işlem sonucu kazanılan miktardır, faiz ise henüz hiçbir işleme ve eyleme başlamadan, belirli bir zaman sonra ödenmesi taahhüt edilen fazla paradır. Bu iki kavram arasında çok açık ve ciddî farklar vardır. Ülkemizde İslâmî bankacılığın tam işletilip işletilemediği kritiğini yapmak, şüphesiz bana düşmez. Ancak şunu belirtmekte yarar vardır: “Marifet iltifata tabidir” özdeyişimizde olduğu gibi, İslâmî usullerden şaşmak istemeyen tüccar, dilerse kendi inancına uygun sistem içinde rahat bir ticaret yapabilir. Fakat “hepsi aynı, kendinizi kandırmayın” propagandası karşısında panikleyenler sayesinde belki “İslâmî bankacılık tam anlamıyla işletilemiyor” görüntüsüne sebep olmaktadır. Nitekim nakit kredi verme hariç, ticaretteki tüm bankacılık işlemleri (bildiğim kadarıyla) bugün, İslâmî bankalar yoluyla yapılabilmektedir ve diğer banka sisteminden farklı değildir. Yeter ki İslâmî bankacılık, bir öcü olarak gösterilmesin. Kredi konusu da nakit para verme yerine mal ve hizmet ticareti karşılığında borçlandırma yoluyla telafi edilmektedir. Bu hizmet de kâr payı karşılığında toplanan mevduat ile yapılmaktadır. Bunun için günümüzde de ticaret yapmak, İslâmî açıdan tehlikeli olmadığı gibi, kâr payı veren bankalara para yatırmak da faiz işletmesine katkıda bulunmak anlamına gelmez. Bankaların verdiği faiz ile İslâmî bankaların dağıttığı kâr aşağı yukarı birbirinin aynı. Bu nasıl oluyor? Doğru söylüyorsunuz. İncelediğimiz zaman bankaların faiz oranlarıyla İslâmî bankaların (ki bunlara katılım bankaları da denmektedir) dağıttıkları oranlar, hemen hemen aynı paralelliktedir. Bazıları bu oranların aynı paralellikte olmasını, faiz ve kâr payının aynı şeyler olduğunun bir kanıtı olarak düşünebilirler. Oysa bunun sebebi, faiz ile kâr payının aynı olması değil, İslâmî bankaların ticarî faaliyetlerini devam ettirmek için içinde bulundukları piyasa şartlarına uyma zorunluluğudur. Meselâ İslâmî bankalar bir şirkete ya da bir şahsa fon kullandırırken piyasadaki kredi oranlarına yakın oranlar vermek zorundadır. Bu mantık diğer bankalar için de aynı şekilde işler. Özetlemek gerekirse; İslâmî bankalar ticarî faaliyetlerini devam ettirmek için piyasa şartlarında oluşan oranları takip etmek zorundadırlar. Tekrar etmek gerekirse; İslâmî bankaların fon kullandırım oranlarının faiz oranlarıyla aynı paralellikte hareket etmesi, işlemlerin de faizli işlemler olduğunu göstermez. İslâmî Prensiplere Uygun Sigorta Sözleşmesi Sigortacılık konusunda derin açıklamalar yer alıyor kitabınızda. Ayrıntıları merak edenler kitabınızdan takip edebilirler. Burada Hangi sigorta haram, hangisi helâl? Kısaca açıklayabilir misiniz? Sigorta, İslâm’ın ilk dönemlerinde bilinmeyen, yakın zamanlarda ortaya çıkmış bir sözleşme şeklidir. Bunun için İslâm’ın temel kaynaklarında bu konuda bir açıklama yoktur. Ancak daha sonraki dönemlerde İslâm bilim adamları bu konu üzerinde değişik görüşler ileri sürmüşler ve sonuçta Sosyal sigortalar ile karşılıklı sigortanın, “hedefi yardımlaşmaktır” gerekçesiyle caiz olduğu konusunda görüş birliğine varmışlardır. Burada bir genelleme yapmak gerekirse denebilir ki; her sözleşme için İslâm dininin öngördüğü temel prensipler vardır. Meselâ; sözleşmede karşılıklı aldanma ya da aldatma, kumar ya da haksız hayalî ödeme veya faiz gibi şüpheler söz konusu olduğu zaman o sözleşme geçersiz kabul edilir, İslâmî prensiplere uygun değildir. Bu prensiplere aykırı bir husus içermeyen ve sözleşmede dinen aranan şartları taşıyan her sözleşme sahihtir, geçerlidir. İslâm’ın ilk dönemlerinde ve müçtehit me