PKK’lı Anası Ne Düşünüyor?
Akşam’dan Nagehan Alçı, Yüksekova’da PKK’lı Musa Yılmaz’ın annesini ve Yozgat’ta Dağlıca şehidi Lokman Eker’in annesini dinledi…
Nagehan Alçı/Akşam
BAŞBAKAN’IN İŞARET FİŞEĞİ
‘Kağıt üzerinde güzel de, bir de gidip yerinde gör’ dedi bir ‘akil adam’. ‘Her kafadan bir ses çıkıyor ama hakkında konuşulan kafalardan hangi ses çıkıyor?’ diye de sormayı ihmal etmedi.
Bu ‘bilge’ tespitlerin üzerine biz de oturup düşünmeye başladık:
Acaba ‘Kürt açılımı’ denen paketi konuşurken ufka bakıp tespit mi yapıyoruz?
Çölde serap mı görüyoruz?
Flulaşmış görüntülere resim altı mı yazıyoruz?
Biz bu sorulara kafa yorarken Başbakan bir işaret fişeği gönderdi. Çıktı ve ‘Yozgatlı anaları da Hakkarili anaları da anlamak lazım’ dedi. Biz bu cümleyi emir kabul ettik ve düştük yollara. Önce Yozgat, oradan Hakkari -Yüksekova. Hem Yozgatlı hem de Hakkarili anaları dinlemeye.
Ancak iş sadece analarla bitmiyor tabii. Bu meselenin yerel siyasileri, bölgelerin ‘ağaları’, mağdurları da var. Yani hep ‘gıyabında konuşulanlar’… Onları da dinledik. Ve ortaya bu yazı dizisi çıktı.
Bugün Dağlıca Baskını’nda oğlunu kaybetmiş bir anne ile Dağlıca yakınlarında oturan ve iki hafta önce Hatay’daki bir çatışmada yaşamını yitiren bir PKK’lının annesinin hikayesini okuyacaksınız. Önümüzdeki günlerde köyleri boşaltılanların kurdukları kamplardaki yaşam, şehit anneleri derneğindeki gözyaşları, ağaların ‘Kürt açılımı’ ve yerel siyasilerin Ankara’da olanlara bakışı yer alacak bu sayfalarda.
Hakkarili PKK’lı annesi Rabia Yılmaz: verecek başka oğlum yok!
Hatay’daki çatışmada ölen PKK’lı Musa Yılmaz’ın annesi Rabia Yılmaz’la Yüksekova’daki evinde konuştuk. 19 yıl önce bir sabah çıkıp giden oğlunu iki hafta önce toprağa vermiş. ‘Ben asker anneleri gibi bir oğlum daha olsa dağa gönderirim demiyorum. Verecek başka oğlum yok’ diyor Anne Yılmaz
Hakkari’nin Hakkari’den bile büyük ilçesi Yüksekova’dayız. Sokaklarda iğne atsanız yere düşmüyor. Delik deşik yollarda üst üste çıkmış arabalar, etrafta yüzlerce erkek.
Binaların çoğu yarım. Ya inşaat halinde ya da hiç sıva yapılmamış. Burada herkes Kürtçe konuşuyor. En gencinden en yaşlısına. Sokakta pek kadına rastlamıyorsunuz. Rastladıklarınız da Türkçe bilmiyor. Ama bilmemek tepkiden değil, eğitimsizlikten. Öğrendiğimiz kadarıyla Türkçe konuşmak ‘elit’ sayılıyormuş. Nasıl ki İstanbul’da Ankara’da ‘tikiler’ İngilizce konuşuyorsa burada da ‘sosyete’ Türkçe konuşuyormuş! Öyle anlatıyorlar.
YETER ARTIK AKAN KAN
Yüksekova o kadar izole bir yer ki en yakın havaalanının bulunduğu Van’a dört saatte ulaşılıyor. Tabii yoldaki onlarca kontrol noktasında durdurulmazsanız. Buraya gazete akşam saat yedide geliyor. İnternet bulmak da hayli zor. Bu nedenle Yüksekovalıları dünyadan bihaber zannedebilirsiniz. Ama ilginç bir şekilde hiç de öyle değiller. Şimdiye kadar gördüğüm en ‘politik’ yerlerden biri burası. Herkes ‘Kürt açılımı’ndan haberdar. En fakir köydekilerden, kamplarda yaşayanlara kadar. Ve haberdar olmakla kalmıyor, ağız birliği etmişçesine aynı yorumu yapıyorlar: ‘Yeter artık akan kan! Biz kardeşiz. Bu açılımın sonuna kadar arkasındayız ama bu sefer de olmazsa artık sabrımız tükenir!’
TERÖRİST YERİNE PKK’LI
Aynı cümleleri farklı ağızlardan dinleye dinleye taziye evine varıyoruz. Ev iki hafta önce Hatay yakınlarında çıkan çatışmada ölen PKK’lı Musa Yılmaz’ın evi. Özellikle ‘terörist’ yerine ‘PKK’lı diyorum, çünkü bu bölgede ‘terörist’ dediğiniz an bütün kapılar yüzünüze kapanıyor. Herkes gerilla diye bahsediyor örgüte katılanlardan. Gerilla diyerek yüceltmek olmaz ama diyaloğun devam etmesi, iki tarafın birbirini dinleyebilmesi için en azından bu noktada ‘terörist’ yerine PKK’lı demeyi anlamlı buluyorum.
19 YIL ÖNCE ÇIKIP GİTTİ
Musa Yılmaz’ın evinin önüne iki büyük çadır kurulmuş. Birinde erkekler diğerinde kadınlar oturuyor. Anlattıklarına göre iki haftada binlerce kişi akın etmiş taziyeye. Kenarda, Musa’nın büyük bir afişi duruyor. Fırat News adlı PKK’ya yakınlığı ile bilinen internet sitesinden almışlar fotoğrafı.
Musa’nın annesi Rabia Yılmaz’ın yanına gidiyoruz. Gözleri kupkuru bir kadın. Çok sert. Çok mağrur. Tek kelime Türkçe bilmiyor. Bir tercüman aracılığıyla başlıyor anlatmaya: 19 yıl önce çıktı gitti Musa. Bir daha hiç görmedik. 19 yıldır her sabah kötü haberden korkarak uyandım. Ben bir anayım, hiç ister miyim oğlum dağa çıksın. Ama başka seçenek yoktu demek ki!
Musa Yılmaz ‘açlıktan dağa çıkıyorlar’ tezini çürüten bir örnek. Yılmaz Ailesi oldukça varlıklı. Büyük bir apartmanda yaşıyorlar. Musa evden ayrıldığında işlettiği bir marketi ve arabası bile varmış. ‘Ama yetmedi. Kendini ifade edemedikten, kimliğini gizlemeye mecbur kaldıktan sonra neye yarar para pul?’ diye anlatıyor abisi.
Sonra anne Rabia Yılmaz giriyor lafa. Ve şöyle diyor: ‘Ben asker anneleri gibi bir oğlum daha olsa dağa gönderirim demiyorum. Verecek başka oğlum yok. Asker annelerine de günah. Ben aynı zamanda da bir asker annesiyim. Diğer üç oğlum askere gitti. Onlar için de aynı korkuları yaşadım. Biz hepimiz kardeşiz.
Yazık değil mi?’
ONLAR ZATEN ÖLÜME GİTMİŞ
Şehit annelerinin acısı ‘şok’la birlikte daha yüzeyde sanki. Onlar oğullarından kısa bir süreliğine ayrı kalan ve dönüş zamanını bilerek yolunu gözleyen anneler. Kayıp fikrine kendilerini alıştırmamış anneler. Oysa örgüte katılanların anneleri uzun süredir oğullarından ayrı. O oğullar zaten ‘ölüm’e gitmişler bir nevi. Bu nedenle ‘kötü haber’e daha bir alışık bu tarafın anneleri. Ama ikisinin de bıkkınlığı, isyanı aynı. İkisi de evlat kaybetmiş, aynı kavgadan zarar görmüş iki ‘karşıt’ taraf.
Yozgatlı şehit annesi Selvinaz Eker: şu askeri öldür diyen anne olmaz
Dağlıca’da şehit düşen erlerden biri Lokman Eker. Yozgat’ta yaşayan annesi Selvinaz Eker’in sözleri anlatıyor her şeyi: Benim Lokman’ım öldü diye o teröristlerin analarına kızamam ki! Onun da canı acıyor. Hiçbir ana oğluna git de asker öldür demez.
Yozgat’ın 10 km dışında bir köy. İsmi Bızacıoğlu ama ‘oralılar’ çok küçük olduğu için ‘Kötü Köy’ diyorlar. (Küçüklük neden kötü anlayamadık). Toprak bir yoldan geçip meydanlık gibi bir alana varıyoruz. Etrafta ağır bir tezek kokusu.
Burada Ali İhsan Eker ve karısı yaşıyor. Oğulları şehit düşmüş. Betonarme bir evi işaret ediyorlar, kapısını vuruyoruz. Ali İhsan Amca bizi bahçede karşılayıp içeri buyur ediyor. Birkaç dakika sonra odaya karısı Selvinaz Eker giriyor. Yemyeşil gözleri var. Gözlerin etrafında derin çizgiler.
KIZIM ‘ANNE LOKMAN’ DİYE BAĞIRINCA ANLADIM O AN
Yanıma oturuyor. ‘Başın sağ olsun’ dememle birlikte başlıyor ağlamaya. Bir yandan da anlatıyor: ‘Oğlum Lokman Dağlıca’da şehit oldu’ diyor. ‘Daha 20 yaşındaydı. Tezkeresine 20 gün vardı. Kavuşmayı bekliyorduk artık. Ben ne bileyim başımıza bunların geleceğini.’ ‘Peki haber nasıl geldi?’ diye soruyorum, bunun üzerine usul usul inen gözyaşları sel oluyor. ‘Ah kızım o gün kara gün! Bey çarşıdaydı. Ben evde yalnızdım. Öğle namazını kıldım. Açmasını bile bilmem ama elime kumandayı aldım, televizyonun düğmesine bastım. Her yerde Yüksekova-Dağlıca diye konuşan adamlar. Ne olduğunu anlayamadım ama Lokmanım geldi aklıma. Tam o sırada dışarıdan çığlıklar duymaya başladım. Yan evde yaşayan kızım koşa koşa geliyor. Ve ‘Anne Lokman!’ diye bağırıyor. O an anladım ne olduğunu. Yere yığılıvermişim. Beni bir ambulansa koydular. Uzaktan görüyorum, bey de geliyor. Etrafımızda bir kalabalık, bir kalabalık.’
TEKER TEKER OKŞUYOR EŞYALARINI
Selvinaz Eker bu noktada artık konuşamaz oluyor. Hıçkıra hıçkıra ağlıyor. Biz de pes ediyoruz ve gözyaşlarımızı koyuveriyoruz.
Selvinaz Eker bir süre sonra sakinleşip devam ediyor: ‘Benim Lokmanım öldü diye o teröristlerin analarına kızamam ki! Onun da canı acıyor. Allah yolu şaşırtmasın! Hiçbir ana oğluna git de asker öldür demez. Ne yapalım! Bir oğlum daha olsa yine gönderirim.’ Sonra kalkıyor ve bizi Lokman’ın odasına götürüyor. Bir duvarda dev bir Türk bayrağı. Diğerinde ise üzerinde oğlunun fotoğrafının olduğu bir poster. Dolabın içinde de şehit düştüğünde üzerinde olan eşyalar duruyor. Hepsini şehitlikten göndermişler. Selvinaz Eker teker teker okşuyor eşyaları. Posterin önünde Cem’e poz veriyor.
Ve ‘Hadi mezara da gidelim’ diyor.
Kürtlerin hepsi PKK’lı değil ki
Anne Selvinaz Eker’le konuşurken söze baba Ali İhsan Eker giriyor: Ne yapacaksın kızım, evladımı yetiştireyim de salmayayım denir mi hiç? Bizim oğlumuz gitti ama kinimiz yok. Kürtler’in de hepsi PKK değil ki! Ancak biz bu ‘insancıl’ tespitle iyice duygusallaşmışken şu altüst edici yorumu yapıştırıveriyor: Lokman bizi askerden arıyor ve bir arkadaşından bahsediyordu. Ramazan Yüce’ymiş ismi. Hani sonra PKK’ya ihbar etti diye haberleri çıkan Mardinli çocuk. İşin kaynağı o. İşte Lokman onunla ilgili konuştuğunda uyarmıştım. Aman oğlum Kürt’e güven olmaz, dikkatli ol, demiştim.
İSİMSİZ MEZAR TAŞLARI
Bir süre sonra anne Yılmaz’ın yanına kızları da geliyor ve hep birlikte mezara gidiyoruz. Yüksekova’nın biraz dışındaki şehir mezarlığının en ucunu ayırmışlar. ‘Şehit mezarlığı’ diyorlar ama ‘şehit’ dediklerinin hepsi dağda ölenler. Hiçbir mezarın üzerinde isim yok. ‘Yazarsak mezar taşını asker parçalıyor’ diye anlatıyor Musa Yılmaz’ın büyük kız kardeşi. Bundan 5 – 6 yıl öncesine kadar gelen cenazeler bile alınamıyormuş. ‘Bugün en azından sahip çıkıp, cenaze töreni yapabiliyoruz’ diye ekliyor. Çok öfkeli. ‘Siz gazeteciler bizi birbirimize düşman ettiniz. Abimiz de gitti. Artık kaybedecek hiçbir şey yok’ diyor.
Sonra küçük kız kardeş geliyor. Elinde bir dua kitabı. Başlıyor okumaya. İşte o sırada Rabia Yılmaz’ın kupkuru gözlerinden sel gibi yaş akmaya başlıyor. Elindeki çiçeği oğlunun mezarına bırakıyor ve kendini toprağın üzerine atıyor.