Sünnet bize dinin amelî yanını öğretir
Sünnet, lügat mânâsı itibarıyla, “gidişat, -iyi ya da kötü- takip edilen yol” demektir. Bu mânâyı ifade eden bir hadis-i şerifte:
“Kim, İslâm’da güzel bir yol, bir çığır açarsa, onun ecri ve daha sonra o yolda gidenlerin ecri, yapanlardan eksiltilmemek üzere onundur. Kim de İslâm’da kötü bir yol, bir çığır açarsa, onun ve o yolda gidenlerin vebali, yapanlardan eksiltilmemek üzere onun sırtına yüklenecektir.” (Müslim, zekât 69; Tirmizî, ilim 15) buyurulmaktadır.
Muhaddisler, usûlcüler ve fukahâ, ıstılâhî mânâsı itibarıyla sünneti, aşağıdaki ifadelerle tarif etmeye çalışmışlardır:
Muhaddislere göre sünnet: “Ahkâma ve amele esas teşkil etsin etmesin, yaptıkları ve içtinap ettikleriyle Allah Resûlü’nden (sallallâhu aleyhi ve sellem) -Hanefilerin nokta-i nazarınca farz, vacip, sünnet, müstehap ve âdâp- bize intikal eden her şeydir.” Yani, Allah Resûlü’nün (sallallâhu aleyhi ve sellem) şemâilidir, hayat tarzıdır, sîretidir.
Usûlcülerin sünnet anlayışı biraz daha farklıdır. Onlara göre sünnet: “Resûlullah’tan (sallallâhu aleyhi ve sellem) söz, fiil ve takrîr olarak sâdır olan her şeydir.” Yani, Resûlullah Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) sözleri, davranışları ve ashabında görüp de men etmediği veya sükûtla tasvip buyurduğu hareketlerdir.
Fukahâ ise, sünnete bid’at mukabilinde ve teşrie, yani farza, vacibe, harama esas teşkil etmesi açısından bakarlar. Bu mânâda sünnet, hadisin müradifi, ya da müteradifi sayılır.
Hadis; tahdîs masdarından, haber vermek mânâsına bir isimdir. Daha sonraları, Efendimiz’e (sallallâhu aleyhi ve sellem) nisbet edilen her söz, fiil ve takrîre hadis denmiştir. İbn Hacer, “Şeriat örfünde hadisten maksat, Efendimiz’e (sallallâhu aleyhi ve sellem) isnat edilen her şeydir.” der.
Bazı fuhûl-u ulemâ, hadis sözünden, kadim, özlü ve ilâhî olanı sezmişlerdir ki, Kur’ân-ı Kerim’le sünnetin ilk ayrılma noktalarına işaret etmesi bakımından oldukça önemli bir tevcihtir. Sünen-i İbn Mâce’deki bir hadis de bunu teyit eder mahiyettedir. İbn Mesud, Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) bir keresinde şöyle buyurduklarını nakleder:
“Onlar başka değil ikidir: Biri kelâm, diğeri de hidayet buudlu yoldur. Kelâmın güzeli Allah (celle celâluhu) kelâmı, hidayetin güzeli de Muhammed’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) hidayetidir.”( İbn Mâce, Mukaddime, 7)
Evet, Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), kendi sözleri hakkında hadis demeyi tercih etmiştir. Böyle demekle, kendine ait sözlerle, kendine ait olmayan sözleri birbirinden ayırdığı gibi, hadis ıstılahı olarak da, bu kelimenin nerede kullanılacağı hususunu hatırlatmada bulunmuştur.
Bütün bu tariflerden anladığımız hususları şu üç kısma irca edebiliriz:
a. Kavlî Sünnet
Sünnet, Allah Resûlü’nün (sallallâhu aleyhi ve sellem) mübarek sözleridir; yani sünnetin bir bölümünü O’nun nurlu sözleri teşkil eder ki, bunlar, Kur’ân’da yer almayan, fakat bütün fukahâca fıkıh kitaplarına alınıp, pek çok hükme esas kabul edilen O’na ait nurefşan beyanlardır ki, pek çok misalden birkaç tanesini zikredebiliriz:
a. Yine, usûl-i fıkıhta, fıkhın prensipleri arasında yer alan bir başka mübarek sözlerinde Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), “Zarar verme ve zarara zararla mukabele etme yoktur.” (İbn Mâce, ahkâm 17; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 5/326) buyurmuşlardır. Yani, kimseye zarar verilemeyeceği gibi, birine zarar veren kişiye de zararla mukabele edilemez.
b. Allah Resûlü’nün bir diğer mübarek sözlerinde ise şöyle buyurulmaktadır: “Yağmurların ve akarsuların suladığı arazide öşür (onda bir), hayvanlar ile sulanan arazide öşrün yarısı (yirmide bir) zekât vardır.” (Buhârî, zekât 55; Tirmizî, zekât 14)
c. “Deniz suyuyla abdest alabilir miyim?” diye soran bir sahabisine Allah Resûlü, dünya kadar fetvalara esas teşkil edecek şu mübarek sözüyle karşılık verir: “Onun suyu temiz, ölüsü de helâldir.” (Tirmizî, tahâret 52; Ebû Dâvûd, tahâret 41)
b. Fiilî Sünnet
Resûl-i Ekrem’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) davranışları ve hareketleriyle ortaya koyduğu sünnettir ki, Kur’ân’da sarihen zikredilmemiştir. Meselâ; Kur’ân-ı Kerim’de namaz emredilmiş olduğu; hatta umumî bazı vakitler zikredildiği hâlde, kesin olarak hangi vakitlerde ve kaç defa namaz kılınacağı.. namazın nasıl eda edileceği.. onun farzları, vacipleri.. ve nelerin namazı bozduğu açıklanmamıştır.
Bütün bu hususlarda, sünneti nazara veren Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), “Beni, nasıl namaz kılıyor görüyorsanız, siz de öyle kılın.” (Buhârî, ezan 18; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 5/53) buyurarak, sünnetin hususî teşrî’ine işaret etmişlerdir.
c. Takrîrî Sünnet
Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem), ashabında gördüğü bazı hoşuna gitmeyen davranışları usûlünce tenkit buyururlardı. Meselâ minbere çıkar ve isim tasrih etmeden, perdeyi yırtmadan, “Cemaate ne oluyor ki, falan şöyle yapıyor?!” diye ikaz ve tembihde bulunurlardı. (Bkz.: Buhârî, salât 70; Müslim, nikâh 5) Âişe Validemiz’in ifadeleriyle: “Şahsına karşı yapılan kötü muamelelerde son derece müsamahakâr olmasına rağmen, hakkın çiğnendiği yerde, kükremiş aslan gibi, ihkâk-ı hak edinceye kadar kendisini durdurmak mümkün olmazdı.” (Buhârî, hudûd 10; Müslim, fedâil 77-79) Bu arada, Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), bazen de gördüğü davranışları men etmez ve sükûtuyla onları tasvip buyururlardı ki, bu da sünnetin takrîrî kısmını teşkil etmektedir.