12 Eylül’ün isimsiz kahramanları
12 Eylül olduğunda kısa pantolonla dolaşıyordum. 15 yaşında macera gibi dinlerdim babamın anlattıklarını. Ama şimdi hüzünlenerek kaleme alıyorum…
12 Eylül darbesi olduğunda ‘ortalıkta kısa pantolonla’ dolaşacak kadar küçüktüm.
Dolayısıyla “sen ne bilirsin o günleri?”hiddetlenmesinde bulunacak olanlara şimdiden selam eder, ellerinden öperim.
Bu şuna benziyor.
Bugün nasıl karşımıza geçen 20 yaşlarında bir muhabir, 28 Şubat diye söze başladığımızda‘bön bön’ yüzümüze bakıyorsa, ben de 12 Eylül’le ilgili anlatılanlara bir ara hep öyle tepki verdim.
Ne demiş şair Nedim: “Bana damdan düşen birini bulun!..”
KÜÇÜK BİR KASABANIN 12 EYLÜL SERENCAMI
Ben, annemin “seni jandarmaya veririm” korkutması dışında hiç bir şey hatırlamıyorum ama bizim oralar, (Konya-Taşkent) 12 Eylül’ün güzel bir sopasını yemiş.
Halbuki, tipik bir Türkmen kasabası olan bizim memlekette yaşayan insanlar, ne Cumhuriyet döneminde, ne Osmanlı döneminde, ne de öncesinde devletle hiç kavga etmemiş, toplu olarak hiçbir isyana karışmamış, pek ideolojisi de olmayan genellikle sadık insanlar olmuşlar.
Sanıyorum, darbecilerin, insanların üzerinden geçirilmek üzere “bir silindir de bizim oralara göndermelerinin” tek bir sebebi vardı.
Küçük kasabamızın bağlı olduğu ilçede 10-15 kadar askerin görev yaptığı bir şubenin bulunuyor olması.
Ve yine sanıyorum, ülkenin dört bir yanında görev yapan askerler nasıl durumdan vazife çıkarmışlar idiyse, bizim oralardaki üç beş asker de, aynı duygularla, kendi hallerinde yaşayıp giden o insanların üzerine çullanmışlardı.
BABAMIN 12 EYLÜL HATIRALARI
Memleketten çıkana kadar (16 yaşında) 12 Eylül’de bizim küçük kasabada yaşananları babamın anlattığı hikayelerden öğrendim.
Henüz bir darbe bilincine sahip olmadığım için, dinlediklerim daha çok macera kıvamında hikayeler gibiydi.
Halbuki, yaşananlar çok acıydı.
İnsanlar sağcı-solcu oldukları için falan da değil, evlerinde bulundurdukları tabancaları zamanında jandarmaya teslim etmedikleri için kollarından tutulup götürülüyorlardı.
Arada hiç tabancası olmadığı halde, jandarmayı tabancası olmadığına ikna edemediği için işkence hanelerin yolunu tutanlar vardı.
Giden herkes, gördüğü işkenceden bitap düşmüş halde, topallaya topallaya geri dönüyordu.
İşkencenin yol açtığı fiziki tahribat yüzünden kısa sürede hayatını kaybedenler bile oldu.
***
Babamın anlattığına göre, akşam oldu mu, insanlar bütün kapılarını kilitler, korkudan sinmiş halde evlerine kapanırlarmış.
O dönem 30 lu yaşlarda genç bir devlet memuru olan babamın kendisi ise, Schindler’in Listesi filminde Liam Neesson’un üstlendiği türden bir rol üstlenmişti.
Belediyede çalışan bir devlet memuru olarak, darbe öncesi zamanlarda belediyeye ihtiyaç için gelip giden jandarmayla kurduğu ilişkileri kullanıp, insanların daha az dayak yiyip, daha az işkence görmeleri için çabalayıp duruyordu.
Yine babamdan öğrendiğime göre, o sıralar devlet memurları, akşamları çalıştıkları resmi dairelerde sırayla nöbet tutarlarmış.
Bütün ömrü zaten başkaları için fedakarlık yapmakla geçen babam, o zorunlu nöbetleri de gönüllü hale getirmiş.
Sırayı bırakıp her gece nöbete kalmaya başlamış.